Her zaman öteki, kimi zaman hayvan: Öteki Hayvanlar
1980 yılında doğan Derya Sönmez, ‘Sırça Kanatlar’ kitabıyla Antalya Edebiyat Günleri En İyi İlk Kitap Ödülü ve Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü almıştı.
Sönmez’in sakin, olgun ve kendinden emin bir dili var. Hiçbir şeyi aceleye getirmeden, metni gerekli ayrıntılarla zenginleştirmesi, dert ettiği meseleleri bağırıp çağırmadan anlatması insanı ister istemez içine alıyor. ‘Öteki Hayvanlar’, kişisel olanın aynı zamanda son derece politik olduğunu, bireyle toplum ilişkisinin önemini, dile ihanet etmeden, öykünün kaidelerine sırt çevirmeden işaret ediyor okura.
Kitaptaki tüm öykülerin aynı güçte olduğunu söylemek mümkün olmasa da eserin tamamını ele aldığımızda; okuru tatmin edecek, yazarın kendi yazın deneyimini güçlendirdiği ve bazı öykülerin okundukça daha da zenginleştiği bir kitap çıkıyor karşımıza.
KÖRELMEYEN BİR YAZAR ISRARI
‘Öteki Hayvanlar’ın en temel mahareti ısrarından vazgeçmiyor oluşu. Ötekiden bahsetme ısrarıdır bu. Ancak söz konusu ısrar, ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunulan temcit pilavlarının tadını vermiyor okura. Aksine, uzun zamandır görmezden gelinen insanları yeniden hatırlatıyor bize. Kutsamayan, ötekiyi bütünüyle baş tacı etmeyen bir ısrardan söz ediyorum. İyi yanları parlatılanlar, dümdüz kötü karakterler, her durumda mürekkep yalamış tipler, büyük kahramanlar yok bu öykülerde. Günahları ve sevaplarıyla gerçek insanlar var. Tek başına onları anlatma ısrarı bile kendi çağdaşlarından farklı bir yere konumlandırıyor yazarı.
Bununla birlikte üzerinde titizlikle durulsa, daha zengin bir okuma deneyimi yaşatacak öyküler de var kitapta. Ne olursa olsun güçlü ve zayıf yönleriyle üzerinde durulması gereken, iyi öykü okumak isteyen okurun listesine almasını gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğimiz nitelikli bir kitap ‘Öteki Hayvanlar’.
BİR ÜSLUP SIÇRAMASI: YAZ BİTER
Derya Sönmez’in Öteki Hayvanlar’ı, Yaz Biter isimli öyküyle başlıyor. Bizim öykücümüz ölümü, üstelik trajik ölümü pek sever. Dağılan aileleri, çocuklara yetmeye çalışan anneleri, çocuksuluğu, onun saf bakışını… Sevdiği çok şey vardır daha, belki haklı bir yan da vardır bu sevişte, belki kolay geliyordur tüm bunlar üzerine kalem oynatmak, her şey mümkün. Öte yandan sözünü ettiklerimiz, binlerce kez daha yazılabilir meseleler. Zorluk da burada gösteriyor kendini. Bazı yazarların metinlerini okuduğumuzda, onların söz konusu konuları sırf kolaylarına geldiği seçtiğini hemen anlarız. Bir çiğlik kendini hızla ele verir, acemilik duvarın arkasından başını uzatır saklanmaya çalışırken. Nostalji hastalığına tutulmuş der, okuduğumuz zamanın boşa gittiğine üzülürüz. Kimi okur, tüm bunları samimi bulur, çocuklar güzeldir çünkü, her şeyden öte çocukluktur güzel olan. Ölüm acıdır, sarsar, uzar gider bir sus onun olduğu yerde. Evlatlarına yetmeye çalışan bir anne (eğer annelik kutsalsa) bin kat daha kutsaldır. Dağılan aileler kalbimizi parçalar, dağıtır onu da. Ama hikayeleri oluşturan o küçük parçalar, yazmak meselesini ciddiye alan bir öykücünün elinde, binlerce değil, isterse milyonlarca kez yazılmış olsun ışıldayıp durur. Okurken, hikayeden çok dili deneyimleriz çünkü. O dil taşır öyküyü de yazarını da. Derya Sönmez’in Yaz Biter öyküsünü okurken tek düşündüğüm söyleyişin usulluğu oldu. Yaz Biter’i maharetlerini göstermeye çalışan bir Kapalı Çarşı halıcısı yazmamış. Yani yazar, “Bak şimdi ne anlatacağım” ya da “Gördün mü nasıl bağladım” diye kendini paralamıyor. Usulca “böyleyken böyle,” diyor. Deyişinde sahtelik yok. Dili bu denli sahicileştirmek, anlatıyı sırtını merak unsuruna yaslamadan derinleştirmek kolay değil. Sönmez, Yaz Bitti öyküsüyle ilk kitabındaki övgülerin boşuna olmadığını gösteriyor tekrar.
ORİJİNAL OLSA DA ERKEN BİR ÖYKÜ: ÖLDÜRME BİÇİMLERİ
Kitabın ikinci öyküsü Öldürme Biçimleri ise iyi düşünülmüş ancak ilk öykü düşünüldüğünde hayli zayıf kalmış bir öykü. İlk öyküyle tuhaf ama uzak bağlantıları da var Öldürme Biçimleri’nin. Yaz Biter pişmanlık çevresinde dolaşırken, Öldürme Biçimleri beklentilerin çevresinde dolaşıyor. Bu öyküde de ilkinde olduğu gibi babasız büyütülen çocuk ve öykünün isminden azade olsa da ölüm var. Başta da değindiğim gibi, iyi düşünülmüş, pek rastlanmayan bir meseleye eğiliyor yazar ancak cümleler üzerine daha fazla dursa, belki anlatıcıyı değiştirse daha etkili bir öykü çıkarabilirdi ortaya. İlk öyküden bahsederken çoğunluğun hemfikir olacağını düşündüğüm bir konuya değinmiştim. Artık – uzun zamandır, öykücünün (çoğunlukla) tek çıkar yolu dil. Öldürme Biçimleri’ni okurken, karakterin beklentilerinden, gizli şiddetinden, planlarından ve ona hayal kırıklığı yaşatan şeylerden daha çok rahatsız olmak isterdim. Şu hâliyle o etkiyi yaratamayan bu öykü, belki tekrar tekrar yazılmalı ve başka kitaplarda, olgunlaştığı zaman sunulmalıydı okura.
SİLAH DEĞİL İŞARET FİŞEĞİ: SİSTE DAĞILAN GEMİLER
Bizde öteki anlatısının eskiden beri güçlü olduğu aşikâr. Çağdaş yazarlarımızın bir kısmı adeta bayrak taşır gibi sürdürüyorlar bu geleneği. İyi de ediyorlar. Körleşen topluma, onun tepkilerine aldırmadan, suçlamalarına kulak asmadan yarayı işaret etmek gerekiyor hâlâ. Bugünlerde sanatçının yok sayanı makbul sayılıyorsa da o inadı sürdürenler hâlâ var neyse ki. Yaşadığımız coğrafyadan yakın tarihimize kadar her şey, neredeyse tüm toplum bireylerini öyle ya da böyle öteki hâline getirdi. Haliyle “öteki”yi anlatırken kendimizi de anlatıyor oluyoruz çoğu zaman. En azından Derya Sönmez bunu becerebiliyor. Kendini anlatır gibi yalın, içten ama mesafeli bir dil tutturmuş, bu şekilde ötekiyi bize yaklaştırabiliyor doğallıkla. Kitabın üçüncü öyküsü Siste Dağılan Gemiler bunun güzel örneklerinden biri. “Normal”e yaklaşmanın yarattığı tedirginlik ve vazgeçmişliğin kirli ama ferah havası serin bir rüzgar olup okşuyor okurun yüzünü. Fularlı bir keçi gibi, aldırışsız, telaşsız yaklaşıyor bize metin.
Sönmez bu öyküde, tıpkı kitabın ilk öyküsündeki gibi sahih ama daha az rastlanır bir olayla çalıyor kapıyı. Deniz, balıkçı ve sarhoşlar dendiğinde akla gelen ilk isim Sait Faik’tir malum. Bir anlamda ustaya saygı öyküsü Siste Dağılan Gemiler. Ötekinin de ötekisi denebilecek, en diptekilerin hikâyesidir bu. Benim, diyecek halkçının yüz ekşiteceği bu kahramanları, sınıfsal bağlarından koparmadan, yine titiz bir dille işleyerek anlatıyor Sönmez. Bu öykünün düşündürdüğü en temel şeyse yazarın hikayesini bir silah olarak kullanmadığı zaman daha güçlü metinler yazdığı oldu ister istemez. Derya Sönmez, hikayeleri silah olarak değil işaret fişeği olarak görüyor belli ki. Kimi yazar, özellikle hep aynı ya da daha iyimser olmak gerekirse benzer metinler yazıp okurun içini cız ettirmek ister. Ereği budur kısacası. Kendi yarasını kanırttıkça attığı çığlıkla ürpermesini ister herkesin. Bir yarası vardır zaten, tek sermayesi odur. O yaranın çeperini genişlete genişlete, onun üzerinde tepine tepine geçirir tüm yazarlık serüvenini. Ekmeğini de yer tuhaf bir şekilde. Yutarız böyle zokaları, bunlarla yemlenmeyi severiz.
Derya Sönmez, apaçık görünüyor ki o yazarlardan değil. İlk kitabı ‘Sırça Kanatlar’dan bu yana gözlemlediğim en önemli özelliği aynayı kendinden çok başkalarına tuttuğu. Metindeki mesafeyi de buradan tartmak gerek zaten. Bu mesafe, amiyane tabirle ağlak metinler yazmasını önlüyor, ciddi meseleleri ayağı yere basan birer eser hâline getirmesini sağlıyor.
OYUNU KAİDESİYLE ZENGİNLEŞTİRMEK: ÖTEKİ HAYVANLAR
Kitaba ismini veren Öteki Hayvanlar, sebepleri, insani karmaşalarıyla, gelişip büyümesi ve bağlandığı, belki sakındığı yerle en güçlü öykülerden biri. İnsanın gerçek yüzünü, kalbinin zehrini, iyinin ne olduğunu, iyi kalmanın mümkün olup olmadığını sorgulayan, hayatımızın ortasına kepçeyle girenin sadece erk olmadığını gösteren, şikayetlerimizin sebebini biraz da kendimizde aramamız gerektiğini işaret eden, güçlü, sürecek, okundukça yenilenecek bir öykü. Bir önceki öyküyü değerlendirirken bahsettiğim acı kanırtma işini Hidayet eliyle pekâlâ yapabilirdi Sönmez. Öyle yapsa, hep öyle sürse o tarlayı, buna imkan verecek birçok karakter de yaratmış çünkü. Yazar istese, yani tek amacı bu olsa, kendine öyle ya da böyle büyük bir okur kitlesi yaratabilir. Ancak bunun yerine sahi olanın peşinden koşuyor ve o meşhur şarkıda dediği gibi “masum değiliz hiçbirimiz” demeye getiriyor lafı. Diyaloglardaki bazı aksamalara rağmen, ince elenip sık dokunmuş bir öykü olduğunu belli ediyor Öteki Hayvanlar.
Yazarların insanı yüceleştirmeye olan eğilimi onları tuzağa düşürür çoğu zaman. Yarattıkları karakteri kendi yerlerine mi koyar, karakter aracılığıyla kendilerini mi aklamaya çalışırlar bilinmez. Ancak herkes değilse de azımsanamayacak kadarı, üzerine çok düşünülmediği belli olan karakterini allayıp pullamayı, onu öyle ya da böyle haklı çıkarmayı ister. Kendini yeniden yapmayı, şekillendirmeyi arzular belki. Bunun en net karşılığını oyuncularda görürüz. “Normal hayatta olamayacağımız herhangi biri olabiliyoruz,” derler yaptıkları söyleşilerde. “Bazen manav, bazen doktor, kimi zaman katil, kimi zaman fahişe olabiliyoruz.” Öykü de bir anlamda oyun alanıdır muhakkak. Ancak yazar burada, kendini biri yaparak, kendini yeniden şekillendirerek, aklayarak oynamaz oyununu. İşte özellikle Öteki Hayvanlar’dan anlaşılıyor ki Derya Sönmez, öyküdeki oyun meselesinin kurallarını kavramış ve onları ustaca uyguluyor. Gizli saklı kendini parlatmıyor, parlayan o değil, dil ve karakterlerin sahiciliği. Sırf bu bile, onun yazın sürecini yakından takip etmeye yeterlidir sanıyorum.
MAĞDURUN ZULMÜ: KEDİ ADIMLARI
Kitabın bana göre en önemli ancak okurun aklında daha az kalacak öykülerden biri Kedi Adımları. Bu, okurun aklında daha az kalacak yargısı belki hatalıdır, bilinmez. Ancak yaratılan bir okur var. Hep vardı, olmaya da devam edecek. Dayatılan neyse, ona göre şekillenecek bir çoğunluktan bahsediyorum elbette. Maksat herkesi aynı çuvala koyup o çuvalı yerden yere çalmak değil. İnsan doğası gereği hareket eder. Üç kişi bir evin çatısına baksa, bunu gören dördüncü de aynı yere çevirir bakışlarını. Yayınevleri ile okur arasında da benzer bir ilişki var yıllardır. Birbirine benzer metinleri art arda yayımlarlar ve okur da bu dayatılanı, bilinçli ya da bilinçsiz kabul eder. Popüler yazarlar böyle doğar biraz da. Yakın geçmişte, birçok insandan duyduğum ve çok satıldığını bildiğim bir kitabı okudum. Ülkenin önemli yayınevlerinden biri aracılığıyla yayımlanmış, kelime oyunları etrafında dönen kişisel çıkarımlardan oluşan bir “öykü” kitabı. Çok okunan, çok sevilen, tavsiye edilen buna benzer çok kitap var ne yazık ki. Öte yandan, sakin sakin öyküsünün peşinden koşan isimler de var. Sevaplarıyla günahlarıyla kendi yollarında yürüyorlar. Hatta kimini az önce örneğini verdiğim kitabı yayımlayan önemli yayınevi yayımlıyor. Tüm bunları, yayınevleri popüler kitap basmasın, demek için yazmıyorum, mutlaka kendi çerçevelerini kendileri belirleyecekler, ticari kaygıları da olacak. Yeter ki iyi öykü peşinde koşan yazarlara sırtlarını dönmesinler.
Kedi Adımları, işte tam da böyle bir yazarın öyküsü. İnsanın şüphe yüzünden neye dönüşebileceğini, sevginin insana neler yaptıracağını, mağdurun zulmünü göstermesi hasebiyle, nadir rastlanacak nitelikte öykülerden biri. Dediğim gibi, üzerinde daha çok durulması gereken bir öykü. Bizde her nedense yalnızca kitaplar hakkında konuşulup bitirilir her şey. Öykü toplamları da şiir toplamları da her öğesinin özenle ele alınması, titizlikle üzerinde durulması lazım gelen kitaplardır. Elimizde bunca imkân varken bunu neden es geçeriz bilmem. Bu yazı da tüm kitabı değerlendirmek amacıyla kaleme alınıyor ancak bugün yapılması elzem olan, eğer değerli bulunuyorsa ya bağımsız olarak ya da yazarıyla tek tek öyküler ve çağrıştırdıkları üzerine konuşmak olmalı. Roman türünün aksine, öykü ya da şiir kitaplarının yaşadığı en talihsiz şey bu belki de.
Kedi Adımları, bana ayrıca ayrıntıların bir metni ne kadar güçlendirebileceğini düşündürdü. Derya Sönmez, neredeyse tüm öykülerde anlatıyı gizli ya da açık bir şekilde parçalara bölüyor ve bu parçaları okuma lezzetini artıracak ayrıntılarla zenginleştiriyor. Bunu mümkün kılan imkânları ancak tecrübeyle kazanabilir insan. Tek başına sorup soruşturmak yahut araştırma yapmak yetersiz kalır söz konusu ayrıntı hâkimiyeti için. ‘Öteki Hayvanlar’da yazarın hayata, küçük meselelere ve en önemlisi insana bakışının ne denli mühim olduğunu seziyoruz bu sayede. Kendi dar çevresine, korunaklı bölgesine sıkışıp kalmamış olanların söyledikleri, önemsiz de gözükse metni pasından kirinden arındırıyor.
ÇOĞUNLUĞU YAKALAYABİLECEK ANCAK SALLANTILI BİR ÖYKÜ: BİR ORMAN HAYALİ
Kitabın diğer öyküsü Bir Orman Hayali, şiire yaklaşan ritmiyle dikkat çekse de yazarların kolayca düştüğü bir tuzağın izlerini görmeme sebep oldu. Bu tuzak hiç kuşkusuz güzel söz söyleme telaşıdır. Aforizma hevesi de diyebiliriz buna. İnsan anlatırken, bu anlattığım anlatmaya değer mi, diye düşünmez çoğunlukla. Düşünense, eğer dili biraz kıvraksa işi süsleyip püslemekle halledeceğine inanır. Bir Orman Hayali, orman imgesinin gücüne rağmen sallantılı bir öykü. Ne içinden cımbızlanabilecek güzel cümleler ne de az evvel bahsettiğim orman imgesi öyküyü kurtarmaya yetiyor. Yazarın üslubu ya da mesele edilen durum değil öyküyü diğerlerinden zayıf kılan. Yazarın çabası kendini apaçık ele veriyor Bir Orman Hayali’nde. İyi bir yazar, metninin, cümlelerinin üzerine tek tek eğilir. Edebi eserde çaba kusur değildir muhakkak. Öte yandan bir de o çabayı hissettirmemek için özel bir çaba gerekir. Bir Orman Hayali’nin eksiği bu belki. Her şeyin ötesinde bu öykü, okuyan çoğunluğun beğenisini daha kolay toplayabilir. Diğerlerine göre alegorik bulunabilir söz konusu metin. Buna yüksek sesle itiraz etmek de mümkün değil. Öyküden bahsetmeye başladığımda “anlatmaya değer olan”dan söz açmıştım. Yazar dilerse bir tuzluğun masadaki yerini bile öyküleştirebilir. Tuzluğun bir mazisi vardır, onu oraya koyan kişiyle ilgili bir dert vardır, tuzluk bir metafor da olabilir. Yazar için hikayenin anlatmaya değer olması demek, metnin işlenmesine imkan sağlayabilecek bir hareket alanı yaratması anlamına geliyor biraz da. Bir Orman Hayali’nin dert ettiği şey Derya Sönmez’i çaresiz bırakmış sanki. Bu çaresizlik de onu abartarak söylemek gerekirse “aforizma” aramaya itmiş. Kısacası çoğunluğun önemli olarak göreceği ancak benim, ‘Öldürme Biçimleri’ ile beraber kitabın zayıf halkası olarak gördüğüm bir çalışma olmuş.
KENDİNİ TEKRAR ÜRETEN BİR ÖYKÜ: SÜT UYKUSU
Bazı yazarlar, yazdıklarıyla okura düşünme alanı yaratır. En keyif veren okuma deneyimleri bu kalemlerden çıkan metinlerde yaşanır genelde. Derya Sönmez ise sadece düşünme alanı yaratmakla kalmıyor, geniş bir duyu alanı da açıyor okura. Hislerin, başkalarının gözleriyle görmenin, onların eliyle hata etmenin tecrübe edilmesine olanak sağlaması açısından böyle yazarlar şanstır demek abartılı olmaz sanıyorum. İkna etmek konusunda oldukça mahir bir yazar Sönmez. Bazı öykülerinde öyle iyi ikna ediyor ki, ister istemez kendi kendinize “Ben bunu nasıl bu denli derinden duyabildim?” diye sorabiliyorsunuz. Süt Uykusu, kurgusunun gücü ve karakterin histerik tavrıyla hem yeni düşünme alanları açıyor hem de hislerinizi harekete geçiriyor. Çıkışsızlığın, kendi olma sürecinde bilinçaltında sıkışıp kalan anıların, dayatılmış görevlerin içinde debelenip duruyorsunuz. İnsanın ikircikli halini ilk bakışta kavratacak bir harita gibi seriliyor Süt Uykusu insanın önüne.
Taklit etmeden, kendini sakınmadan oynatıyor kalemini yazar bu öyküde. Daha önce sözünü ettiğim, her öykü üzerine tek tek konuşmanın önemini bir kez daha görüyoruz metinde. Karanlıkta, ağzında ufak bir fenerle tadilat yapan işinin ehli bir usta gibi, sadece uğraşını görerek yapılmış, ötesindeki karanlığa aldırılmadan üstesinden gelinmiş nefis bir öykü Süt Uykusu. Yine ilk bakışta alelade sayılabilecek bir dertten insanın en gizli dürtülerine inmeyi başardığı bu öyküyle yazar, kitaptaki diğer güçlü öykülerle beraber gelecekte yapabileceklerinin sinyalini vermiş. Derya Sönmez, ilk kitabını kırklı yaşlarının başlarında yayımlamış, yani kitap için aceleci davranmamış bir yazar. Çoğunluğun aceleciliğin pençesine kolaylıkla düşebileceği bir çağdan geçiyoruz. İmkanların çokluğunu nimet sayıp her yazdığını kitaplaştıranların aksine uzun uzun çalışıp yol alan çoğu ismin daha nitelikli işler yaptığına şahitlik ediyorum son zamanlarda. Kamil Erdem, Kadire Bozkurt, Metin Nart ve Derya Sönmez bu yavaş ama kararlı tavrın en iyi temsilcileri şu an. Bahsini açtığım duyu alanı açma meselesi belki bu yavaşlıktan ileri geliyordur. Göre göre, tecrübe ede ede masanın başına oturmak gerekiyor belki. Süt Uykusu, tüm bunlar göz önünde tutulduğunda diğer öykülerden ayrılan, güçlü ve kendini tekrar üreten bir metin olarak duruyor önümüzde.
BURADA KÜÇÜK İNSAN YOK: CUNDA’DA AKŞAM HAZIRLIĞI
Bizde herkes küçük insanın öyküsünü yazar neredeyse. Ne demekse küçük insan. Bu söylemi çoğaltan, yani bu tabiri bıkıp usanmadan dolaşıma sokan da yine biziz. Küçüklük, kendi hayat telaşının peşinde koşana, sözgelimi işçiye, esnafa, beyaz yakalıya, durumu pek de matah sayılmayan ana babaya layık görülür hep. Derya Sönmez’in öykülerini okurken o küçüklüğün un ufak olduğunu görüyor insan. Herkes kendiyle ve ister istemez çevresiyle ilgili. Hâliyle bu ilgi ve mecburi ilişki, hikâyeyi doğuruyor. Cunda’da Akşam Hazırlığı öyküsünü okuyup bitirdiğimde arı gibi çalışan küçük insanlar, işini aşkla yapan bir küçük insan, ölen küçük insanlar, kaytaran küçük insanlar ve daha başka bir sürü küçük insan gördüm. Bunlar ne tek başına iyi ne saf kötü üstelik. Herkes kadarlar ve olması gereken de bu. Yazarın konuşlandığı yer öte bir yer değil. O da pekâlâ onlardan biri işte. Zaten böyle olduğu için eğreti durmuyor üstüne eğildiği çoğu şey.
Bu kısacık öyküde resimler çiziyor Sönmez. Küçük kaçamaklar, büyük acılar, bazı telaşlar resmediyor. Tabloları yan yana getirdiğimizde her şeyi ama en önemlisi insanı görüyoruz açıkça. Kitaptaki en temel dert de bu bana kalırsa. İnsanın küçük kalmasına izin vermiyor bu öyküler, öyle tanımlanmalarına müsaade etmiyor. Kişisel olanın gereğinden fazla politik olduğunu fısıldıyor sakince. Keşke böyle olmasa, demiyor. Ne olması gerektiğini işaret etmiyor. Tam da yapılması elzem olanı yapıp apaçık resmediyor ve gerisini bize bırakıyor. Burada da okurun okumak dışında ne görevi olur ki, sorusu peyda oluyor ister istemez. Yazar, kendi doğrularına göre, gördüğünü, düş dünyasını ve diğer maharetlerini kullanarak “görevini” yerine getiriyor. Sıra diğer “küçük insan”a, yani okura geliyor. O görevi tayin etmek yine onun işi, ne yazarın ne başkasının. Sadece kendinin.
Cunda’da Akşam Hazırlığı, en başta aksayan söyleyişi dışında işini layıkıyla yapan bir yazarın nitelikli bir öyküsü olarak okunabilir.
EKSİK FOTOĞRAFLAR: YÜREK ÖLÇÜSÜ
Kitabın en güzel isimli öyküsü olan Yürek Ölçüsü, bakıp duymanın öyküsü bir bakıma. Tatmin edici bir finale ulaşamasa da ince ince işlenmiş, yazarın gözlem gücünü sergilediği etkileyici bir öykü olarak kalacaktır akıllarda. Derin yoksulluğun tam ortasından gelip geçen bir adamın, elbette mesleği gereği, her şeyi fotoğraf olarak görmesi ve yazarın bu fotoğrafları okurun zihninde maharetle canlandırabilmesi de ayrıca önemli. İçimize sinsice sızan “an” hastalığı, gerçeği eğip bükmemize, onu bütünüyle bağlamından koparmamıza sebep oluyor. Yürek Ölçüsü’nün asıl söylemek istediği farklı olsa dahi söylediği bir bakıma bu. Bazı öyküleri okurken, keşke şu karakterin hikayesini bilsek, derim içimden. Bu öyküde de ayağının altı kararmış, fotoğrafı çekilen çocuğun hikayesi cezbetti merakımı. Ama bizde, belki çok uzak bulunduğundan bu insanların dünyaları hikaye edilmez. Gelip geçerler onlar yalnız, bir görünüp bir kaybolurlar. Derya Sönmez, Siste Dağılan Gemiler öyküsünde tam da dünyalarına girmek istediğim insanların hikâyesini anlatmıştı. Belki ileride, Yürek Ölçüsü’ndeki o çocuğun hikayesini de okuruz ondan.
BAZEN VAZGEÇMEK İYİDİR: YAZ KÜRESİ
Kimi zaman tek bir cümleyle anlatabileceğimiz şeyler vardır. Bir his yalnızca. Ama onu doldurmak, sağlamlaştırmak isteriz. Bazen işe yarar ama çoğu zaman fark etmesek de boşuna çabalarız. Yaz Küresi isimli öykü tam olarak böyle. Öykünün başında “Modern atom kuramına göre atom düzeyinde nesneler birbirlerine dokunamazlar,” diye bir cümle var. Sonuna “Bazen insan da böyle” yazılsa yeterdi. Öykü olmazdı bu ama her şey de öykü olmak zorunda değil zaten. Muhakkak öyküsü yazılacaksa daha parlak fikirler bulunmalı.
Dosya oluşturmak oldukça meşakkatli bir süreç. Hele ilk kitabıyla okuru belli bir beklentiye sokmuş yazarlar için bu daha da çetrefilli bir hâl alabiliyor. Bu telaşı bilen bilir ancak, bilmeyene anlatmak zor. Yaz Küresi, bilinçli ya da bilinçsiz bu telaşın ürünü gibi geldi bana. Yazıda eleştirdiğim diğer öyküleri “üzerinde daha çok çalışmalı” önerisiyle okuyabiliriz ancak Yaz Küresi, dosyada olmasaydı da olurdu. Öykü türü için de şiir için de bir eksiltme, silip atma işi derler genelde. Çoğu zaman öyledir, bazen değildir. Dosya hazırlamak da neredeyse öykü yazmak kadar hassas bir disiplin. Bazı öykülerden vazgeçmek gerekebilir. Bu öykü belki bir dergi için uygun olabilir ancak kitap için, hele Öteki Hayvanlar kitabı için hiç yeterli değil.
SAKİN VE GÜZEL BİR FİNAL: RÜZGARIN NEFESİ
Derya Sönmez, kitabın son öyküsü, Rüzgarın Nefesi yahut Tatilcilere Birtakım Tavsiyeler’de toprağından kopmak zorunda bırakılmış insanların soluğunu üflüyor bize. Bu solukla şöyle bir toparlanma ihtiyacı hissediyor insan. Geldik, diyerek, evlerinin yurtlarının ne hâle geldiğine bakarak, ne olursa olsun neşelerini kaybetmeden dolaşıyorlar aramızda. Kökleriyle bağını doğru yerden kuran herkesin seveceği, büyük büyük konuşmayan, sakin bir öykü bu. Yazar, dingin sesini son defa duyurarak kapatmanızı sağlıyor kitabı. İyi de ediyor.
Derya Sönmez, ikinci kitabıyla daha güçlü bir ses tutturmuş, kendini öyküyle kardeş kılmış bir yazar olarak çıkıyor karşımıza. ‘Öteki Hayvanlar’, eleştirilecek noktaları olsa da güçlü bir kitap. Edebiyatımızın yazdığı türe emek veren Sönmez gibi isimlere ihtiyacı var. Daha da artmaları dileğiyle.